2 Mart 2016 Çarşamba

Cavit KÜRNEK-İzmir'in İnce Gülü



          Cavit KÜRNEK,  çok yönlü bir sanatçı olmasıyla tanınıyor, edebiyatta ise şiir ve öykü ile çok ilgilenmiştir.  Öyküleri  İzmir, Ege, deniz, doğa kokuyor.  Okumaya başladığınızda elinizden bırakamıyorsunuz , akıcı ve sürükleyici bir dili var. Bir röportajında; “bir yazarın yapıtını sevmesi çok önemli  “ diyor ve bunun için ince eleyip sık dokuyor.
          Fotoğraf sanatçısı olması öykülerine de yansımıştır. Metinleri  doğa gibi canlıdır. Canlı varlıklar dile gelir, bir kuş sizinle konuşur örneğin, bir çiçek... Kitaba ismini veren sardunyanın adı Maria.
          Sizlerle, Kanguru Yayınları'ndan çıkan  son romanı  “ İzmir’in İnce Gülü”  ile ilgili izlenimlerimi paylaşmak isterim:  Yazarın İzmir’e olan tutkusu, öykülerinde satır aralarında gizlendikleri yerden bize göz kırpıyorken, bu romanda “Halil Bey İzmir’e tutkundu! “ dedikten sonra parantezi açmış kulağımıza şunu fısıldamıştır ; “Söz aramızda, İzmir’e asıl tutkun olan bu öykünün yazarıdır!”
          Bunun gibi pek çok kere yazar, karakterlerce metnin içine dahil edilmilştir.
Yazar geçmişine, geleceğine, dostlarına, yaşanmışlıklara el sallamakta, selam vermektedir.
Sadece kendisi mi ? okuru da çekiveriyor kolundan ;  “Bir öykü, okuyucusuz olmaz ki!” “Siz, ben ve okuyucular! Bu öykünün ayrılmaz parçalarıyız. Eleştirilerine, övgülerine alışacağız. Zaten her sıkıntının kaynağı alışma zorluğu değil midir? Birbirimize alışacağız!” diyerek açıkça ama hiç rahatsız etmeden yapıyor bunu.
            Roman Halil Bey ‘in yaşamı üzerine kurgulanmış, kızı Ayşe ile birbirlerine arkadaş diye sesleniyorlar ve zaten aralarındaki ilişki baba-kız ilişkisinden daha çok arkadaşça bir temel üzerine kurulmuş. Olaylar, günler  okudukça Halil Bey’in eşini, ailesini, çocukluk ve gençliğini yaşıyoruz, yazar, onlar ve biz ...
Yazılanlar bize aile kavramını ve toplumumuzdaki işleyişini sorgulatırken, eğitim sistemine yönelik eleştiriler yer yer gülümsememize ama en çok onay verir iç çekişlerimize sebep oluyor.

            Mebrure Hanım ve Aleksi  ve eşi Eleni Hanım ile yaşananları tarihi roman tadında  okuyorken, göçe, savaşa, üzüntü ve kedere tanıklık  ediyorsunuz.

İzmir’i  Mavi ayaklı Güvercin’e benzettiği bölüm ;  

İzmir!
Mavi Ayaklı Güvercin!
Ne zaman İzmir’i betimlemeye kalksam, hep kuşa
benzetirim! Rengi hep beyazdır ve bir damla yaş gizlenir
gözünde!
İzmir’e aşık mıyım? İnsan bir kente aşık olabilir mi?
Yani taşa toprağa ağaca, caddelere evlere, sarı otobüslere
faytonlara, eskilerde de kalsa çın çın ve şiirsel sesli tramvaylara?
Unutmamalıyım: Bir zamanlar tertemiz olan körfezde
uçuşan gemileri! Bayram günleri gemileri renk renk bayraklarla
donatırlardı. Karşıyaka’ya giderken:
“A burası Bayraklı, a orası Güzelyalı!” şaşmaları saçarak
kırmızı bir bayrağın mavi gölgesi yüzüme vuran güneşi alır
götürürdü!
Yine de bir şehre tutulmanın ağaçla, denizle ve mavi
bir gölgeyle olacağını sanmıyorum! Beni İzmir’e sırılsıklam
tutkun edenin mahallemizde açan ve kokusuyla burun direğimi
kıran bir yasemin olduğunu neden yadsıyayım? Gözleri
bol kirpikliydi ve gövdesi sedef kakmalı bir udu andırıyordu.
Ona nasıl sevdalı olduğumu tüm çiçekler bilirdi!
Renk renk ve dimdik duruşlarıyla sırrımın günlüğünü yazarlardı

İnsan ; İnsan’dan bahsetmeden geçmek olmaz, yazara ve romana haksızlık olur. Halil’in hayatında belli dönemlerde yoldaşlık etmiş ama onun için önemli bir yer tutan insan . Yazarın betimlemesi şöyle ; “İnsan’dı, çünkü kendisini Adam yerine koymuyordu!
“Benim cinsiyetim yok!” diyordu. “Öyleyse cinsiyetimi
belirleyecek sıfatım da yok!”

              Sonrasında kızı Ayşe ile de yakınlık kuruyor ve geldiği gibi gidiyor. Ve öykü onun gidişiyle bitiyor. 


Ek bir son ve Halil Bey’in mavi isteği romana son noktayı koyuyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder